kabuklular ve misafirler
I
misafirler gitti -kabuğumdan çıkmadım
beni yaşayamadılar
yarın size gelirler sizi yaşarlar
dışınızda kalırsanız…
arkalarından günü topluyorum
kundaklı resmimi yerden alıp öpüyorum
o ki benim saflığım tersyüz edilmişliğim
atıkları paklıyorum denizi süpürüyorum
darmaduman etmişler manzaramı
ortalık kendine batmış ben kendine batmış
çökerttikleri suretimi günyüzüme ekliyorum
üç boyutlu bir ikilem kavuşuyor tekliğime
dağlar beni bekliyor
çukur kazıyorum tersten varmaya
misafirler görmüyor
onların düzleminde yaşanası sevda kalmamış
çiçekleri ezmişler topraklar talan
unuttukları çocuk siperlikte ağlıyor
belli ki susamış
onu kucaklamışım
kanatlarına ilişiyoruz ölü bir kuşun
eğreti de olsa yakışıyorlar
uçmak hattındayız yüzercesine
varacağımız yeri misafirler bilmiyor
derin yalnızlıktayız
yol gösteriyor balıklar
konacağımız ülkeyi düşlüyoruz
sınırsızlığa öteleniyor ufuk eğrisi
yakalanmak korkusu gökyüzünde kalıyor…
II
çıt… yok…
neden sustular
yelkovanın sabrı kadar mı çaresizler?
erdemine mi inanmışlar dayatılmış niceliğin
ben ki yarın işe gitmeyeceğim
onların gerçekleriyle yüzleşmeyeceğim
yalanlarını üleşmeyeceğim -ki yıkılsınlar
kellemi giyotine götürecek kadar gücüm var
fırınlarında yanacak kadar kurudum
ellerimde bir manga asker, varlığımı kurşunluyor
boğazıma dolanıyor idamlar -direniyorum
onlarsa çoktan ölmüş
kavrulmamış bir ağaç dibi bulayım yeter
gölgesinde yeni bir insan bekleyeceğim
inatla…
III
kimse kalmamış…
saatler kadransız
doğumların geçmişi ölümlerin sonrası
eşeliyorum dünyayı
yer altında çekiç sesleri bebek sesleri
kulaklarımı tıkıyorum
bombardıman!
metal ve kıyım zamanı harabeleri
ten arayan iskeletin umudunca batkın
sonsuzluğa ilerliyor ses
balina çığlıkları karışıyor takvimsiz tarihlere
varoluşum üzerime çöküyor
hayvanımı ben yapan usum şaşkın
çağcıl tabletlere kör bakıyor saraysız aklım
yok…
kimse kalmamış
dışarıda çık çıkmıyor.
IV
ıslak sevinçlerimiz olacaktı
göz nuru bedenlerimiz
sevdikçe büyüyen ruhça ömrümüz
bunu önermiştiniz, denklemin eşit taraflarısınız
-demiştiniz
oyunu oyun gibi oynayacaktık
aşkı aşk gibi çoğaltıp
emeği öpüp alın terimizle can verecektik toprağa
çiftçi, baloncu, madenci -kardeşlerimiz olacaktı
hür olacaktık
tapınmayacaktık ya -kendimizden bir yarı tanrıya
kandırdınız mı?
en az ‘ben’ kadar yalan mıydık?
en az ben kadar ‘ben’
en az ‘ben’ kadar hain
insana inanmak harammış!
rengarenk olacaktık hani
boyanmadan
siyahça, sarıca, beyazca
bulanık savaşçıların ölüm oyununa kanmadan…
V
misafirler dönsün -uzaklaşan bir şey yok
bu gerçeklik yakışmıyor sınırların dışına
aktığımız çukurlarda buluşuyoruz
içimizdeki seller bizi yıkıp geçiyor
habersizce yaşamdan, mezardan öte iştah yok
bizim uzağımız tuzak
bizim uzaklığımız kendimize hücre
eğrimiz doğru
hepimiz birbirimize misafir
kabuğumuz kırılmadığı sürece…
|