bütün tutkalım üşüyor
Aşka batmış kayaların tarihine dair fal açtım ders okudum
Kas kokan duvar diplerinden geçtim tevrat gibiyim sana
Yağmur bir kadın kapıp geldiğinde ruhumun dosyasına
Aşksa esirgeme, içimde bir parantez yontuluyor fırtınadan
İçimde yerleşen kan değil ateşimi yükselten içimde cehennem
Kas kokan duvar diplerinden geçtim tevrat gibiyim sana
seni evrimin nimeti sayıyor ağır ceplerde saklanan ebabiller
rüyamın beynini çıkartıyorsun hiç hiç çok biraz makedon
aşağılanmış gece yarısında, tam da mektup olacakken bir telefon
beni o garip nefret arıyor çocuktan çocuğa bulaşan hastalık
her zaman bir mani birikiyor çürüyen atlarla eve dönenlerde
etin, şaraba ait köprü, kaçan bir derviş damarlarım
üşümüş yorgun ve utanarak geri gel kollarında tarçınlarla
faciayı askıya asarken leopar gündelikçisi hayatımın
üçüncü göz olsam tahta kılıcına, terasına çıksam kara rüyanın
bütün balı yakıp lambayı geçmişe savurdu erkek kardeşler nağralarla
Atardamarımda biriken tutkal, çöllerdeki kumu sıcak suya çağıran aşk mazereti
‘padişahım çok yaşa’ titreşimi, ölgün kalabalığın ortasında duruyor
Suyu yıkamaya ölü aldık acıyı bölüşmeğe düşmanı yenmeğe
Kadın, kadınlar biriktirirken gardropta, erkek altın çağı yaşıyordur
Tenime kaynamış duble bardak bir uçaksavar akvaryum sularına
köpürür gözler, okyanusta debelenen ölü hayvanlar gibi
kadının şarkısı için karbon, içine zakkumlar tıkıştırılmış tüfek
mecburlandı ölü hayvan ulamalarında süzlek başlı bir diyafram
toprak gürbüzce kasılıyor, su okundukça rençberlerin elinde
tiyatroda çıldıran zorlayıp deliyor döşeğindeki açılımları
natürmort bir kadın sesi duyan erkek ezik yalvarışlarla
fil doldurup hücrelerine çoşuyor bir şaman gibi
bir deniz kızı geceleri arp, arp çalar ve can verir, can verir
yalnız ölüler kibir, ölüler büyür ve ruhuma eğiliyor
sinekler birikiyor dilimde sen durup gelmeyince toz kesiyor göğüslerimi
bir deniz kızı geceleri arp, arp ve can verir, can verir
yalnız ölüler kibir ölüler büyür ve ruhuma eğiliyor
kemiklerle törpülediğim tüyleri, pişmiş topraktan yapılmış kadeh
karın ağrısı halinde geçip kandan, renkten az ürpererek
balmumundan yapılmış oğlaklar ülkesinde sırlanıyor
o hem doğmamış gibi fakat hep doğarak süresiz doğarak
nazlı bir ölüm kavme kömür zenginliği sağlıyor durmadan
süt borusundan bir ağız edinmiş kendine topraklaşan karınların içine
bıktım ruhumu ameliyat masasına taşımaktan, ıskaladım ıska
vurmadım, hem ağzımı açarsam eğer bütün tutkalım üşüyor
eller ateş gibi açık sofrada, tabak aliterasyon avuntusuyla dolu
talaşlarla sarılmış kalbi, şanlara gelmek üzre, gelmeye hazır
gül dalına birikinti maden damarlarından fırlıyor, çamuruna kattığım gülde
cephane avazlarıyla aralıksız ev- kadın atalarımıza dönüşüyor
duvardaki resmin ağzındaki sözleri yokladım balkon bekçilerle
evleri ve kadını eksilen sıcakta kuruyan kuruyan maile
emre öztürk
|