Meraklısına Not: Gökyüzü koz maça gibi düştü üstümüze, kış geldi. Rakılar, sabah rüyaları denli tam ortada yarım kaldı ve şimdi iş zamanı.
Bu notları nasıl yazdığımı düşünüyorum her seferinde, yani, oturmuş boş bir sayfaya bakarken, “daha önce nasıl yazdın oğlum” diyorum kendime, “ne yazdın?” Sanki bu bir ilk, ya da bir son. Velhasıl, “edebiyat yapmayı iyi bilirim” derdim, lisede bir şeyler anlatmaya çalıştığım arkadaşlarıma, “kes ulan, edebiyat yapma” dedikleri zaman. Evet, naçizane, lise mezunuyumdur da.
Hatta, kara kaplı bir defter edineyim diyorum kendime, Hitler, pardon, Ali Enver Ercan hesabı! Sandığınız aksine bu adamı seviyorum, sırf, “Ali” isminden dolayı. Ah keşke, Küçük İskender mahlasının başında da “Şaban” olsa idi. Bak şimdi, durup dururken dini duygularımız kabardı ha.
Çünkü, tuhaf bir şekilde “kör” diyor bana partnerim, halbuki, kralına kadar bütün körler bende. Yani, ya artık gözlerimden anlıyor elimdekini, ya da bir an önce partnerimi ve hatta elimi değiştirmem gerekiyor. Harbi, konserveye konan bamyalara benzedik bu halimizle. Tek tip, bir örnek. Pas.
Bir önceki hayatımda şövalye olup olmamak beni pek ırgalamıyor. Övünülecek bir şey de değil! Ne yani, şimdiki hayatımızda yanaşma mıyız? Of, alınacak şimdi birileri, az önce değişim falan da dedik ayrıca. Tamam tamam, reenkarnasyon falan yalan. Devrim filan fasa fiso, bir ütopya! Hoş, işin doğrusu, yalan dünya her şey bomboş!
Şurası bir gerçek: Yetmişlik rakı, hepimizden daha iyi bir şair. Çünkü, hepimizden daha çok satıyor. Varlık bile eline su dökemez bu tiraj ve reyting karşısında. Acaba, satılmak lafını başka bir yere, başka bir fasla mı koysak, konu şiir olunca. Acaba, ablaları dinlemesek mi? İyi de, satılmayan bir şair nasıl yayımlanacak dergilerde, der ablalar, onu kim okuyacak, derler. Ya da rock, coke, “kapitalist” konserlerde, kolej bebelerinin önünde, nasıl, kim, isterikler gibi anıracak, “siktirip gidiyorum!” diye. Güle güle güzel abiciğim, güzel ablalarım, hepinize yediğiniz içtiğiniz afiyet şeker olsun, yolunuz açık olsun, alın bu diyet koka kola da benden size yolluk olsun! “Ah altın dişli Hayriye, fıldır fıldır fıldır, yürüye!”
Ve karambolsüz hiçbir düşünce, darağacına yakın değildir. Bunu biliyoruz, karambollerimizle hayli mutlu ve hayli yakınız ilmiğe. Deniz’i düşünüyorum, bu fırtınalı İstanbul akşamında, bir de toprağı. Bugün Kasım 22, yarın 23, ondan sonraki gün, öğretmenler günü. Öğretmenleri düşünüyorum, “hocam, bizleri de mi sizler eğittiniz” diye iç geçirip, kendimi, 1 Mayıs’lara saklıyorum.
Lütfen, beni yadırgamayınız, kendinizi bol bol eleştiriniz. Zira bilcümle editörlerin ağzında, her daim, kanatları yoluk bir kuş vardır, editörler ki, mahallenin aç gözlü kedileridirler ve suyu sevmezler, sabunu hiç sevmezler, ikisine de bu yüzden asla dokunmazlar. Susuz ve sabunsuz, kirli bu edebiyat, hâlâ baş ucunuzdaysa, selam olsun size. Hakkınızı da helâl edin rica ediyorum. Lafı mı olur, hakkım, helâl olsun!
Önce, elimi yüzümü yıkamadan önce tabii, sizi çok sevdiğimi söyleyip yıkılıyorum, bir maça ası gibi, son ikide. Ha, bir şair, her yazdığı şiirden sonra elini yüzünü bir güzel yıkamalı diye sabit bir fikrim var. Ama bu fikri paylaşabileceğim bir şair yok!
Sevgiler, saygılar
MESELEM
bluğ izleri, hem pütürlüdür
hem de gönlü baliğ, biliyorsun
toprak toprak patikalarda
ve yemlenmiş kulaklarla da
duyar betimlemeyi, sonbaharım!
elbisem çiğ, şapkam paraşüt
meselem gizemlidir, evet!
dilim: piçi yeşermenin, rezil
çamur içinde beyaz altın
ve amfi gözler içinde stereo
izliyor sabahı, ah o bok sarısını!
avucu kuru, kırk ikindiler yağacak
ve bugün selâ, nemli ve derinden
damlar gibi tırnaktan, öyle okunacak
aklım: müzmin kırmızı şarap
bez sevdasına sabun, bir raptiye
ve merhametsiz indiğinde gün
ve bir ayraç gibi girdiğinde
başımı koyacağım üstüne
sıcak, nafile bir sıcak!
ki bu, ilk ve son namazım olacak
vasati, sermayesi de kelebek
hülyam, kopartılacak çiçeğinden
ayaklar ezecek taşsız siluetini
biliyorsun, bulgur gibi, tertemiz
ya yutmuştur son numaramı
ya da lokma, sığmaz bir beden
meselem, büyüktür de zaten.