Niğde Yahut Nahita
Şehirlerin ruhunu detaylarında bulursunuz. Kadim yapıların duvarlarında, kapılarında, kubbelerinde yakalarsınız onu. Selçuklu ve Osmanlı kadar Anadolu topraklarını görkemli eserlerle bezemiş Eşrefoğullarını, Artukluları, Mengüceklileri, Karamanoğullarını, İlhanlıları daha iyi tanır oldum gezdikçe. Diğerlerini de öyle. Tarih derslerinde birbirleriyle didişen beylikler öğretilmişti bize öğrencilik günlerimizde. Hemen hepsinin Anadolu’da en büyük olmak mücadelesi verdiğini anlatanlar, bu topraklara verilen emeklerden hiç bahsetmemişlerdi. Divriği’yi, Hasankeyf’i, Mardin’i, Konya’yı, Midyat’ı, Niksar’ı, Ahlat’ı, Erzurum’u, Niğde’yi görmeyenlerin elbette söyleyecek sözü yoktur.
Bir şehre dair yazmak hiç kolay değil aslında. İlmek ilmek işlenmiş eserleri cümlelere sığdırmak ne zor iştir. Üç gün önce, Dicle’yi kucağına sarmalamış Hasankeyf’ten dönerken ne yazacağımı düşünüp durdum. Şimdi de Niğde’yi, Sungur Bey Camii’ni, Kaleyi…Dağına, yaylasına, otlağına varmadan diğerleri gibi burayı anlatmak da kolay değil elbette.
Sabahı serin Kasım günü Niğde yollarındayız. Görmeye alışık olduğum, bizden, bize yakın coğrafyanın uzayıp gittiği yollardan geçiyoruz. Karşımıza heybetiyle dikiliyor zirvelerine karlar düşmüş Hasan Dağı. Dostlardan izin isteyip birkaç kare fotoğraf çekiyorum. Öğleye yakın gecikmeli olarak ulaşıyoruz şehre.
On bin yıllık bir geçmişe sahip Niğde. İhtimal ki, geçmiş çağlardaki adı “Nahita”, bozularak Niğde olmuş. Atalarımızın gelişinden önce Asur, Hitit, Frig, Med, Pers, Roma ve Bizans’a yurt olmuş. Kaleye çıkarsanız, Melendiz ve Bolkarlar’ın arasında kalan engebeli topraklar üzerine kurulmuş şehri bütünüyle temaşa edebiliyorsunuz. Ihlara Vadisi Aksaray, Nevşehir ve Niğde arasında kalmasına rağmen akla sadece Nevşehir geliyor. Sebebi tanıtım eksikliğinden başka bir şey değil. Birkaç yıl öncesine kadar ziyaretçilerin kalabileceği evsafta otel bile olmadığını öğreniyoruz. Yeni oteller yapılmış, 75 bina da tescillenmiş şimdilerde. Cullaz sokakta, tarihi Niğde evleri dirilmeyi bekliyor. Kütahya’nın Germiyan Sokağı düşüyor aklıma. Yıllarca evvel önce yapılmıştı burada sokak iyileştirmesi.
Cullaz sokak Mardin, hatta Halep sokaklarını çağrıştırıyor. Bizi merakla takip ediyor çoluk çocuk bu arada. Daru’z-zikir’den sonra, bir İlhanlı eseri olan Sungur Bey Camii’ne uğrayıp kaleye çıkıyoruz. Hem cami hem de kale zaman içinde hayli değişimlere uğramış. Alaaddin Camii’nin bulunduğu tepede Niğde’nin sembolü saat kulesi var. Gezmeye, dinlenmeye gelenler için oldukça güzel bir yer burası. Şehirdeki kısa turdan sonra, 9 km. uzaklıkta Kilistra benzeri bir yerleşim alanı olan Gümüşler Beldesine gidiyoruz. Tarihi kesin bilinmeyen ancak Roma’nın Hıristiyan takibi döneminde kullanılmış olabileceğini düşündüğüm oyma kaya kompleksi 11.-12. yüzyıllar arasında manastır olarak kullanılmış. Bölgenin Kapadokya’dan hiçbir eksiği yok. Böyle bir yer nasıl ilgi görmez, bilinmez anlaşılır gibi değil. Tam bir turistik hazine oysa. İsa Nebi’nin annesi Meryem, bütün ikonalarda hüzünlü resmedilir. Buradaki tasviri hem üç boyutlu, hem de gülümsüyor. Bu ayrıntı bile tanıtım için yeterli olur sanıyorum. Niğde, kültürel ve tarihi birikimiyle gün yüzüne çıkmayı çoktan hak ediyor.